31 Temmuz 2010 Cumartesi

Ertuğrul Özkök, nasıl yazıyor... Yazmak ne söz, okumak önemli. Anılar gider belgeler hiç kimseye kalır; İlk yazı

Nasıl yazıyor, ne yazıyor; başlığı altında bu blog nicedir beni düşündürüyordu.

Hemen hergün gözlerimin önünden tren vagonları gibi geçen sözler, yazılar, haberler; salkım saçak uçuşan metaforlar, eğretilemeler, imgelemler yitip gidiyordu güz yaprakları gibi.

En çok da söylenen sözün koştuğu kulvar beni ilgilendiriyordu.

Kulvar yerine, kullanılan yazınsal ‘teknik’ demek isterim. Aylar sürdü bu pasif ilgi nedense.

Sahaya inmem ve topa vurmam için sözcükler beni kışkırtıp duruyordu. ‘Ha..di..Ha..di,’ falan...

İlkeler koymuştum! İlk denek taşı olacak yazımda, kimi sözler kullanılmayacaktı bana göre.

Sıkışınca topu dışa atmayacak, dar alan markajından sıyrılıp sahayı enine giderken kenar uçlardan arkaya değil ileri sürecektim topu.

‘Ayrılık yaman kelime, ölümden beter,’ diye bellek dağarımda kalan ezgiler vardı.

Yıllardır kaçındığım sözcüklerdi bunlar.

‘Ölüm, ayrılık’ kullanılmayacak, dedim. ‘Tedavülden’ işlemden kaldırdım bunları.

Dolunay'da olsa bile dolanık olabilirdi betimlemeler. Bu olsundu! Buna karşı değildim.

Şöyle ki, bir de 'alıntı' olabilirdi örnek seçeceğim yazılarda.

Yazar bu sözleri doğrudan kullanmıyor fakat birinden alıntı yapıyor! Buna da olur, dedim.

Kendim için ‘ölüm ve ayrılık’ alıntıda bile yok!

Ben kalemi elime alırsam bu böyle olacak dedim.

'Gözyaşı yok,' dedim 'yazıda.' Söz verdim bir açıklama yaptım kendime.

Şöyle ki, oğlum, dedim, sen ağlayarak yazabilirsin. Fakat bir damla gözyaşı bile yazıya düşmeyecek!

İki, üç gün önce 'Kardeşim Bedrettin Cömert'e yetmişinci doğum gününde mektup' başlığı altında, öznesi, birinci kişisi ve gidecek adresi olmayan bir mektup yazdım.

(29 Temmuz 2010, Stockholm). Bakınız; http://yansimatekinsonmez.blogspot.com/ ve http://tekinsonmez.com

Kaçındığım o söz yanından bile geçemedi bu yazının.

‘Ölüm’ sözü orada beni geçemedi daha doğrusu!

Ayrılık da beni geçemeyecek, diye ben böyle düşünürken, Ertuğrul Özkök’ün; ‘Ben aylak bir adamım,’ başlıklı yazısı çıkageldi.

İşte bu, dedim, alır götürür!

‘Ne yazıyor,’ nasıl olsa sonunda gelecekti!

‘Nasıl yazıyor,’ diye okumaya koyuldum.

‘Nehrin kenarında oturan miskin bir tarassut köpeği. Önümden gelip geçene bakıyorum.’ (31 Temmuz 2010, Hürriyet)

İşte bu, dedim, ikinci kez, alır götürür adamı!

Gördüğünüz gibi ‘Ben aylak bir adamım,’ başlığının hemen altında; ‘Nehrin kenarında oturan miskin bir tarassut köpeği,’ imgelemi var.

'Nehir' imgeleminin, daha sonra kuracağı;'..önümden geçen bunca ceset varken,' alegorisi için zorunluluk getirdiğini yazı ilerleyince görüyorum.

Üstte değindiğim tümce beni alıp gidiyor; Ganj Irmağı ile akan erkek cesetlerini 20 yıl önce Benaras'da romanımı yazdığım balkondan izliyorum.(*)

Kısa sürüyor bu kopuş! Geriye, yazıya dönüyorum.

Bakışımlı bir düzlemde ‘aylak adam’ ve miskin köpek’ iki ayrı özne. İki ayrı şey. Hareket, devinim imgesi; özne ırmak. Öteki,duran bir özne.

Melih Cevdet Anday’ın; ‘duran zaman ile akan zaman’ bakışımı burada, ‘Aylak adam’ ve ‘miskin köpek’ konumunda.

Nasıl yazıyor, ilk yazı buradan yola çıktı dün.

‘Köpek’ bir hayal! Birinci kişi öznesi değil. Olmadığını ikinci satırda görüyoruz; ‘Önümden gelip geçene bakıyorum.’ Özne birinci kişi burada.

Biraz ‘kompleks’ bir anlatı tekniği ile girişilmiş bir yazı.

'Kompleks’ yerine Türkçede ‘karmaşık’ karşılığı da var.

Ben bunun yerine geçişkenliği de içeren ‘sarmaşık’ sözünü kullanmayı yeğlerim.

Evet, sarmaşık gibi bir tür bakışımcı karşıtlıklarını da betimleme düzeneğine yazan kalem, dengeli hamlelerle ilerliyor Özkök’ün yazsısında.

Özkök’ün yazısı ‘karmaşık’ değil, 'kompleks' biraz sarmaşık bir yazı.

Evet, sarmaşık gibi bir tür karşıtlıklarını da betimleme düzeneği sağlayan kalem, dengeli hamlelerle ilerliyor.

Futbol termini kullanacak olursam, daha doğrusu bu anlatı tekniği, böyle sarmaşık gibi kendisine pas vere vere taca atmadan sınır çizgide top sürüyor ve kendisinin yarattığı dar alan markajını da yine kendi hamleleriyle sökerek ilerliyor.

‘Aylak adam’ ile ‘miskin tarassut köpeği’ arasında, fizikteki bileşik kap gibi bir bağıntı var mı, diye düşünüyorum bir an.

Her ikisi de örtük tümceler! Bakışımlı olmakla birlikte her ikisi de kendisine girişik betimlemeler, her ikisinde de ok uçları içe doğru eğik görünüyor.

Kişisine göre bu kapalı zarfların açılabilir olmaları, özneler yer değiştirirse ne olacak diye kuşku veriyor bana.

Bir yazıda, 'ne yazıyor' sorusu için, 'nasıl yazıyor' anahtarı ile yola çıkmak her zaman sonuç verir mi? Bu düşüncemi de irdeliyorum.

‘Aylak adam’ imgelemi, yazıda bir kez daha yineleniyor.

‘Ben aylak adamım, “Sana ne, takma kafana...” /../ ‘ demeye kalksam,’ diyor.

Ardılı tümce ile ‘aylak adam’ın birinci kişi öznesi olmadığı ortaya çıkıyor.

‘Miskin tarassut köpeği’ yerine başka bir imgelem, metafor var mı diye ilerliyorum, aşağıya doğru.

Fakat hemen bakışımcı alt tümcede; ‘..içimdeki o masum hayvanınki kaldırmaz,’ ifadesi ikircikli ironik bir çağrışım yapıyor yine.

Alegorik bir yineleme daha; ‘..bilirim içimdeki masum hayvan çekmez,’ diyor bu kez.

İlk tümceyle girişken; ‘Nehrin kenarında oturan miskin bir tarassut köpeği,’yerine bu kez özne değişerek şöyle bir betimleme geliyor.

‘Hülasa, nehir kenarında da bize huzur yok arkadaş.’

İçeri doğru bakışımcı eğik ok ucu, kendisine; kendi öznesine giriştiğini ele veriyor.

Bu tümce yazıyı nereye çekip götürecek diye merak ederken,‘nehrin kenarı' eğretilemesi yerine bu kez bir dinleti çıkageliyor.

Alıntılar var ve bunlar; 'ölüm' ve 'ayrılık' kıvamındadır.

‘Dün sabah saatlerce Charles Aznavour dinledim.’

Bu satırların yazarı olarak diyorum ki, yazının sonu gözyaşlarıyla gelir mi...

“Aşk bir gün gibidir, gelir geçer.” diyor.

“Eğer önünde gelecek kalmamışsa, sana gerideki hatıralar kalır.” diyor.

İçeri doğru eğik ok ucu, işte tam burada kendisine; kendi öznesinin kalbine girişiyor.

Kansız bir ölüm bir 'intihar' gözlerimin önünde ve ayrılık sözü bile söylenmeden üstelik...

O, ucu eğik ok orada! Onu tutuyorum! O ok kalbime girmeyecek, diyorum.

Ertuğrul Özkök de bunu alegori yaparak betimliyor ve belli ki yazdığı sırada havada uçuşan birkaç damla göz yaşından birisi bile düşmüyor yazısına.

Bunun yerine Özkök; 'sana gerideki hatıralar kalır,” ile Aznavour çağrışımını yineliyor.

Burada da kendisine sarmaşık girişken alegorik, daha doğrusu kapalı zarif bir zarf daha var. Onu da siz açın!

Değerli İzleyici,

'Nasıl yazıyor' kulvarı ile yola çıktım, 'ne yazıyor' kulvarına getirdi kalemim beni.

Bir farkla, ben 'hatıralar' yerine 'belgeler kalır' diyorum.

Alegorik, ironik ve lirik imgelemlerle şöyle yazmak isterim bu tümceyi.

Önümde gelecek kalmamışsa, ben giderim, anılar da gider, belgeler hiç kimseye kalır...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 31 Temmuz 2010, Stockholm

BAKINIZ; http://tekinsonmez.com/

(*) BenAras, roman, Tekin SonMez, NİS Media ilk bası 2005, İstanbul.