28 Şubat 2012 Salı

Sait Faik üzerine çalışmaları olan öykücü Necati Mert, Mustafa'nın Karesi adlı öyküsü ve Fichte’nin öznel düşüncecilik okulu ve birey...

3
Birkaç ayrı kulvarda Necati Mert bu öykü için dersine iyi çalışmış görünüyor.

İlk, beride değindiğim eytişimsel birlik ve zıtlık örgüsü, Fichte’nin öğretisindeki düşünsel gelişim modelini anımsatıyor.

İkincisi, güvencesiz işçi kesimi üyeliği olan fotoğrafçılık.. ve karanlıkoda film banyosu tekniğindeki kusursuz uygulamayı, (kılgı ve kuram) bir meslek gibi öğrenmiş Necati Mert.

Üç, kendisi Necati Mert olarak kentsoylu küçük burjuva, bir aile babası profili ile karşımıza çıktığı halde, kırsaldaki bağ ve bahçe işlerini de etüt yapmış yazmadan önce.
“Tüplüler çıkalı beri kalmamış ki pompalılar piyasada,” sözleriyle öykü başkişisi Mustafa, endüstri değişimini de gözler önüne seriyor.

Değişim, evrilme salt Mustafa ile sınırlı da değil. Mustafa’nın babası da ayırdına varmadan bu serüvene, moral değerleriyle, zihinsel tasarımlarıyla hazırlanmakta.

Kırlardan kentlere nüfus hareketleri ivmesiyle bugünkü siyasayı eline alan baba imgelemi, kırk yıl önceki şu sözlerde saklıdır. “Ulan pankadaki param kimin? Sizin.

Temsil; onunla şehre paşaz yaptık diyelim, ev yaptık, otobüsçülüğe başladık diyelim...”

Bu tasarımın sözcüklere yansıması; “şehre paşaz yaptık” sözleri, nüfus hareketleri evrilmesini, yaşlı ve orta kuşaktaki kitlesel felsefi refleksleri de ele veriyor.

Değerler yelpazesinde kadın motifi, kuşkuculuk yine Mustafa’nın karanlıkoda konuşmalarında gizlidir.

“Bir de taş yağar gökten der babam. Benim karı kuyuya ince çorapla gitti diye demediğini bırakmamıştı babam.”

Bu toplumsal katmanlar nerede şimdi?

Bakın işte oradalar! Paradoksları da yanlarında!

Paradokslarla nüfus hareketlerini tetiklemiş ve kentlere bu paradoksları da getirmişler.

Bir yanda “şehre paşaz” yapmak, öte yanda, “karı kuyuya ince çorapla gitti diye gökten taş yağması” açmazını yansıtan başarılı bir öyküdür bugün de Mustafa’nın Karesi.

O ölçütler; “şehre paşaz yaptık” diyen babanın sözleri çok geçmeden gerçekleşecek ve bir çok yerde örtük, açık; “mahalle baskısı” adı altındaki bugünkü ekonomi politiğin ve dahası paradoksal refleksleriyle kitlesel siyasanın mayaladığı, yapı modeli netleşecektir.

4
Kırk yıl önce toplumun evrilerek girdiği o geçiş kulvarında, Necati Mert’in daha o yıllarda kendisine özgü kişilikli bir kent öykücüsü sesi oluşturduğunu söyleyebilirim. Kent öykücüsü sesi, tanımını bilerek kullanıyorum. Şunu da ekleyebilirim; bu öykü tekniği, geçişken bir tekniktir.

Şöyle bir ayrıntıyla.. objektifi kentteki bir yerde tutarak, her iki çevreyi de aynı kamerayla, aynı mercekle gözaltına getiren bu geçişkenlik.. bir ayraç daha; titrek bir elle çekilen dalgalı bir fotoğraf değildir o, saydamdır. Neden? Şundan, bir öykücü olarak Necati Mert, köyden kente gelenin sürekli peşindedir, izindedir ve kırsaldaki ise öykü kişisinin çokluk bellek dağarında kalandır.

Şöyle de söyleyebilirim. Kentte duran, hem kente hem de kırsala bakışan bu objektif, geçişken bir düzlemde kullanılmış. Kent öykücüsü sesi de, kent zihinsel bakışındaki saydamlık da buradan geliyor.
İlkten iki yıl sonra yayımladığım ‘Şehir,” adlı öykü yine bu çizgide kent ve köy paradoksunu, kadın erkek ikilisinde ve yine her iki yana geçişen ve yine kent zihinsel bakışındaki saydamlıkla vermekte.

Hem yazarına hem kendisine sadık kalan tematik bir altyapının üstünde, kurgusal, fakat belli bir saydamlıkla menziline doğru yol alır, her iki öykü de.

Bu anlamda, kişiler ve teknik örtüşür. Öyküyü bu nedenle yalıtkan geçişken taşıyıcı kılabilir bu anlatı tekniği, bu kişilikler için yerindedir.

Kırk yıl öncesinde Necati Mert, daha o günlerde ortaya koyduğu öyküleriyle, Orhan Kemal, Sait Faik ve Sabahattin Ali okullarını da iyi etüt yapmış görünüyor.

Şu noktaya şimdilik hiç değinmiyor bunu zamana bırakıyorum. Şöyle ki, Sait Faik öykücülüğü, Necati Mert'in öykülerinde ikinci bir gizli altar olarak eleştirmenini, karşılaştırmalı araçtırmacısını beklemektedir. Bunu şuradan da biliyorum, Adapazarı doğumlu olan bu iki yazardan genç olanı, Necati Mert, Sait Faik üzerine epeyce çalışmış bir öykücüdür. Etkilerden kaçınması, Necati Mert gibi güçlü bir yazar için bile zor.

Bugünkü öyküleriyle kırk yıl önceki yazarlığı, yol ayrımı yaşadı mı bunu kendisinden öğreneceğiz.

5
Necati Mert (Adapazarı 1945-) Yansıma’da sürekli, hemen her konuda ve en çok sayıda ürünüyle yayımlanan yazarlardan birisi. İlk öyküsünün yayınlandığı yıl 27 yaşındadır. Bir lise öğrencisi değildir. AÜ.D.T.C.F. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirmiştir. Doğduğu kentte öğretmenlik yapmaktadır. Yazmak için arkaplanı ile hazırlanmak ve nereye bastığını bilerek yazmak için iyi bir yaştır bu. Yansıma Dergisi süresince ‘paytoncu şevki amca,’ ‘güneş,’ ‘kürsü,’ ‘gramafonlar, teyipler,’‘bekçi,’ ‘şehir,’ ‘sıkıyönetimle gelen’ başlıklar altında sekiz öyküsünü yayımlamışım. ‘Öğretmen kıyımı’, ‘1974 de hikaye’, ‘işkence ve kaçış edebiyatı’ , ‘türkiyede ödüllendirmeler,’ başlıklarıyla inceleme türlerinden de seçkin örnekler verdi. Ayrıca soruşturma yanıtlarıyla 16 ayrı sayıda imzası var. Yedinci sayıdan başlayarak en son, kırk beşinci sayıya dek hemen her türde yazan Necati Mert, yazdığı her konuda gösterdiği yazınsal metin işçiliği ile yazarlık kişiliğini kanıtlamayı bildi. Son sayıda ‘türkiyede çocuk edebiyatı’, konulu dört dörtlük kapsamlı incelemesi ile daha kırk yıl öncesinden hemen her konuda dil birikimini de kanıtlamış öykü ustası bir yazardır Necati Mert.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 28 Şubat 2012, Stockholm

Yazının ilk bölümünü (1) ve (2) nolu sıralama ile şu blogda izleyebilirsiniz.

Bakınız: http://kentinsanolay.blogspot.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder