4 Nisan 2012 Çarşamba

İstanbul, metropoliten büyük kent, Haydarpaşa Garı yazarlarını beklemektedir. Tarihin, insan düşüncesinden bağımsız nesnel yasaları vardır.

Tarihin, insan düşüncesinden bağımsız nesnel yasaları vardır. Marks'a göre, bu nesnel etmenlerin işleyebilmesi için öznel etmenin, eşdeyişle insanların bilinçli etkinliklerinin işe karışması gerekir.

Yazarın bir sanatçı olarak değil, genç bir adam olarak portresi...

Bu portre nasıl bir gerçeklikle ortaya çıkar?

Tarihi deneterminizm nedir ne değildir, bir gerçeklik olarak burada ve bu konuda. Bu gerçekçilik Türkiye’deki evrilen gerçek konusuna da ayna olacak biraz sonra.

Şimdi bir an duralım ve oturduğumuz yerde, arkaya doğru yaslanarak karşılara bakalım. Ne görüyoruz! Kayseri’den yola çıkarken acı acı çığlıklar atan bir tren gözlerimizin önünde canlanacaktır.

O trenin bir yerinde genç bir adam, oturduğu yerde, tren tekerleklerinin seslerini zihninde hızlandırarak bozkırlara boş gözlerle bakacaktır.

Büyük kent, yazarın genç bir adam olarak portresini özlemle beklemektedir. Bir sanrı da budur.

Kimseyi beklemekte değil, tarihsel determinizm olması gerekeni yerine getirmektedir.

Fakat bir paradoks da vardır burada, çünkü bu bir gerçekliktir de.

Acılar içinde değişimi bekleyen büyük kent, umudunu kırlardan gelecek umuda bağlamıştır.

Kırlardan gelecek umuda göre, büyük kent temelli çürümüş ve çökmüştür.

İkinci bir sanrı da budur işte.

Yazarın genç bir adam olarak portresini, bu kurtarıcıyı beklemektedir büyük kent.

Evrilen bir gerçeklik de budur. Kağnı yerine tren gelmiştir.

Kayseri’den yola çıkan tren yanık çığlıklar atarak bozkırda ilerlemektedir.

Öğretmen eşi, o da öğretmendir, hazırladığı çantadan biraz sonra börek ya da köfte paketi ortaya çıkacaktır.

Çünkü küçük iki çocuk, her çocuk gibi yola çıkınca acıkmışlardır.

Gürültü patırtı sırasında ilgiyi ayakta tutmak için ya tuvalet ya da yemek isteklerini belirtmişler ve o sırada yazarın genç bir adam olan portresi, baba söylenmiştir.

‘Hanım şu çocukları doyur ya da ne yapacaksan yap da gürültüyü kessinler, kafam şişti. Bak biraz sakin bir şekilde düşünmeliyim. Bu kadar yol gidiyoruz. Dergilere bırakacağım yazıları iyi düşünmem gerekiyor.. gibi sözlerden.. sonra, yine dalıp gitmiştir.

Kompartımanı köfte kokusu sardığı sırada o, bu kokuları da duyumsamamış ve umudun genç bir adam portresi olarak gözlerini pencereden geçen pastoral doğa parçalarına çevirip, zihniyle daha hızlı bir düşe atlamıştır ve çökmekte olan büyük kente, İstanbul’a daha erkenden yetişmiştir.

Öykülerle, yazılarla tıka basa dolu çanta elindedir.

Haydarpaşa Garı merdivenlerini vapura yetişmek için ivecen inerken, bir yandan da dergi yönetmenlerine söyleyeceği tümceleri düşünmekte, arada bir arkaya dönüp sayıklar gibi: Hanım sen çocukların ellerini bırakma ağır ağır gel, demektedir.

Tarihin, insan düşüncesinden bağımsız nesnel yasaları vardır, derken ne demek istenmiştir?

Marks'a göre, bu nesnel etmenlerin işleyebilmesi için öznel etmenin, eşdeyişle insanların bilinçli etkinliklerinin işe karışması gerekir. * İşte tarihi determinizm...

Önemli not: Bu yazının ilk bölümü için bakınız: http://kentinsanolay.blogspot.se/

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 4 Nisan 2012, Stockholm.

*Aktaran: Orhan Hançerlioğlu Felsefe Ans. ,c.6, s. 244 Remzi Kitabevi, 1979, İst.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder